Biz, o varlıkların yanında, “hiç” hükmündeyiz!
O varlıkların “sonsuz-sınırsız”mışcasına değerlendirebileceğimiz yapısını, hafsalamıza sığdırmamıza imkân yok!..
Ancak, bunu fark etmek ve düşünmek de zorundayız!..
Eğer varlığı gerçek şekliyle tanımak istiyorsak, hafsalamızı zorlamak ve bu gerçeklerin farkına varmak; en azından bunları bilmek zorundayız!
Nasıl, atomdan hücreye, hücreden bedene bir sıralama mevcutsa; her biri bir diğerinin içinde milyarlarca defa küçük, ama kendi yapısına ve varlığına göre bilinçli ise... İşte aynı biçimde bizim, yanında milyarda bir veya trilyonda bir oranında kaldığımız ana dev yapılar da mevcuttur!..
Biz, o bedenlerin içinde ise bir “hiç” mesabesindeyiz...
Galaksi adını verdiğimiz varlığın, bilinçli bir birim, belli bir yaşamı olan, bir bedeni olan bir canlı tür olduğunu fark etmeye çalışalım!..
Bizim yaşadığımız Dünya ve bu dünyanın devamı olan, “Âhiret” adı takılan, ölüm ötesi yaşam platformu... “Cehennem” veya “Cennet” hep o bedenin içinde bir organ!.. Belki bir organ bile değil!..
Büyüklüğünü, ihtişamını, azametini anlatmaya çalıştığım galaktik büyüğümüz; kâinattaki milyarlarla bu tür birimden bir tanesi!.. Galaksimizin dâhil olduğu evrenin bu köşesindeki otuz kişilik grup veya aileye mensup biri!.. Neyi konuşuyor, neyi tartışıyor, neyi düşünüyorlar?.. Bunlardan bîhaberiz!..
Bedende bir hücre; galakside bir Güneş sistemi!..
Ne hücrenin şuurundan, yapısal özelliklerinden, duygularından haberdarız!.. Ne de “Güneş’in Ruh”undan!..
Peki, bunlardan tüm insanlar bîhaber olarak mı geçip gidiyor?
Hayır!..
İşte, işin püf noktalarından, öz noktalarından biri burası...
Ana yapı ne kadar küçülürse küçülsün veya ne kadar büyürse büyüsün, ister mikrokozmosa inelim, gen boyutuna gidelim, bakteri boyutuna gidelim, muon, kuanta boyutuna inelim... İster Güneş veya sair yıldızlar boyutuna çıkalım, galaktik birim, galaktik varlık boyutuna çıkalım...
Hepsinin, “Öz”ü ve “Zât”ı itibarıyla, “holografik” esasa göre aynı varlık ve aynı cevherden meydana gelmesi nedeniyle; skalanın herhangi bir boyutundaki birim, “Öz”üne, “Zât”ına doğru bir yolculuğa çıkabilirse; veya bir diğer ifadeyle, “Zât”ına doğru bir sıçrama yapabilirse, o Nokta’da, kendisinden sayısız defa mikro veya sayısız defa makro plandaki birimlerle iletişim kurabilir!
Bu iletişim, Zâtî iletişimdir... Ama bunun için de kişinin ilk önce kendi Zât’ını bilmesi gerekir...
Kendi Zât’ını bilmekten murat nedir?
Önce, kendi bilincini, bulunduğu boyutun bir bilinci olma kaydından soyutlayacak, bu blokajdan kurtulacak! Şartlanmalar, değer yargıları, duygular, birimsel kabuller gibi tüm hâllerden uzaklaşacak! Bilincini arındıracak!
Çünkü, evren, kâinat biliyoruz ki, sonsuz-sınırsız Tek’in ilminden hâsıl olmuş bir yapı... Bu yapıda Evrensel Öz, Zât, İlim; her noktada ve zerrede mevcuttur!..