“Oruç”ta üzerinde öncelikle durulan kısıtlamalar, yeme-içme, sekstir!
Yeme içmede vücuda giren hammadde söz konusu!.. Sekste ise bünyenin elektrik boşalımı söz konusu..! Yani, her iki hâlde de bedenin ve beynin enerji yitirimi söz konusu!
İşte birinci gaye, bunu olabildiğince önlemek! Bunu önleyebildiğimiz zaman, beyinde mevcut olan güçlü potansiyeli, bu “oruç”luluk denen zaman içinde daha da güçlendirerek ruha yüklemek mümkün olacaktır.
“Oruç”lu birinin yaptığı zikir ve çalışmalarla, yani beyin çalışmalarıyla; “oruç”suz birinin yaptığı çalışma arasında muazzam fark vardır! Biri yüzde elli kapasite ile yükleme yaparken, öteki yüzde yüz kapasite ile yükleme yapıyor.
“Oruç”la ilgili bir Kudsî hadiste şöyle buyuruluyor:
“Orucun ecrini ve sevabını vermek bana düşer”!
Kişinin yaptığı bütün hayırlı amellerin karşılığı bire ondur!
Ama hadîs-î kudsîye göre, orucun ecri ve sevabı belli bir miktar değildir... Yani, herhangi bir kıyasa girmeyecek şekilde orucun insanlara kazandırdıkları var.
Orucun en zor süresi ilk iki gündür... Bünye düzenli sürelerle belirli gıdaları almaya programlandığı için, özellikle şeker düşmesi sonucunda, birinci gün genellikle baş ağrısı olur... Migreni olanlarda, migren tutar; migreni olmayanlarda akşam saatlerinde, baş ağrısı tutar. Fakat, en fazla iki gün sonra, bünye adapte olur ve baş ağrıları geçer; ve orucunu gayet istikrarlı bir biçimde devam ettirebilir kişi! Orucun zâhirdeki faydası bu!
“Oruç”, Hz. Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’dan önce gelmiş olan Nebilerin zamanlarında da değişik şartlarla vardı.
“Oruç” esası itibarıyla, sadece yemek-içmek ve seksten kesilmek değildir! “Oruç”lu iken özellikle dikkat edilecek bir husus var…
Bunun en başında Allâh için “oruç” tutmayı idrak ederek, gıybeti, dedikoduyu, insanları kandırmayı, insanları kandırarak menfaat temin etmeyi kesmek! Orucun bedensel yanının ötesinde, düşünsel yanındaki en önemli unsurlar bunlar!
Gıybet eden bir kimseye:
“Oruçlusun, et yiyorsun! Bu nasıl iştir?” denmiştir...
Çünkü Kurân’da “gıybet etmek”; “ölmüş kardeşinin çiğ etini yemek” diye tarif edilmiştir... Bu yüzdendir ki “oruç”lu bir insan, falanca şöyle yaptı, filanca şöyle yaptı dediği zaman; bu ister arkadaşın olsun, ister politikacı olsun, kim olursa olsun; yanında olmayan, arkasından konuştuğun kişi hakkındaki o davranışın, senin “oruç”lu iken, ölmüş kardeşinin çiğ etini yemendir!
Hakkında konuştuğun kişi, duyduğu zaman, senin söylediğinden memnun kalmayacaksa; sen o sözlerinle onun çiğ etini yiyorsun! İstediğin kadar, ben “oruç”luyum, de!.. Hem de, pirzola değil, çiğ ölü eti yiyorsun! Orucun ne hâle geldi bir düşün!
Bu orucun “avam”a hitap eden yönü...
Bunun ötesinde bir de “havâss”ın orucu var.
“Havâss”ın orucu ise, varlıkta mutlak tasarruf sahibi olan Hakk’ı fark etmek ve kavramak suretiyle; “Allâh” dışında bir varlık, “Allâh”ın tasarrufu dışında tasarruf görmekten “imsak”tır.
“Oruç”lu kişi, senden bir fiil gördüğünde bu fiili senden bilirse, onun orucu bozulmuştur! Ama bu havâss için geçerli, bizim için değil. Bizimle alâkası yok bu olayın...