“RAB”bin bu özellikleri ise, “Allâh’ın isimleri” şeklinde bilmemiz gereken kadarıyla “Esmâ ül Hüsnâ”da özetlenmiştir... Yani, bir diğer deyişle, “ALLÂH” İsmiyle İşaret Edilen’in “Esmâ ül Hüsnâ” diye tanımlanan bir kısım özellikleri, O’nun “RUBÛBİYET”ini oluşturur!
Algıladığımız ve algılayamadığımız her “şey”, “RAB”bin “Esmâ ül Hüsnâ” ile bir kısmı tanımlanan özellikleriyle yaratılmış ve varlıklarını devam ettirir bir hâlde bulunmaktadır, ki bu da onun “RAB” tarafından “terbiye” edilmesinden başka bir şey değildir…
Her “şey”in bu “terbiye” altında yaşamını sürdürmekte olduğu gerçeği, şu âyetle daha da açık bir şekilde vurgulanmaktadır:
“HAREKET EDEN HİÇBİR CANLI YOKTUR Kİ ONUN ‘Bİ’NASİYESİNDE (alnında-beyninde var olarak/beyninden) TUTMUŞ OLMASIN (Fâtır’ın beyni programlaması)…” (11.Hûd: 56)
Öyle ise bizim algılamakta olduğumuz ya da algılayamadığımız her “şey”, her an, O’nun ilmi kapsamında ve iradesi altında, O’nun kudretiyle yaşamını sürdürüp, fiillerini ortaya koymaktadır!
“ÂLEMLER”e gelince...
Her birimin; dikkat buyurula; her insanın, meleğin, cinin ya da hayvanın değil, birimin diyoruz!..
Her birimin algılamakta olduğu kendi boyutu, onun “âlemi”dir!.. Ve bu itibarla, en gerçekçi anlamıyla, her bilinçli “birim”in kendisi, başlıbaşına bir “âlem”dir!
Zira, gerçekte, algılanan her şey, algılayanın zihninde oluşan, imajdan başka bir şey değildir!
Bizim gördüğümüz her şey, beynimizde oluşan imajın-görüntünün ta kendisidir... Görüyorum dediğimiz zaman, gerçeği itibarıyla biz şunu demek istiyoruz:
Dışarıdan beynime yansıyan tesirler, daha önceden beynimde yerleşik verilerle birleşerek zihnimde şöyle bir görüntü meydana getiriyorlar! Zihnime GÖRE, algıladıklarım böyle bir görüntü ve düşünce meydana getiriyor bende...
Ama acaba mutlak gerçek ne?..
Gelin gene rahmetli Elmalılı Hamdi Yazır’ın meşhur tefsirindeki “Rabb-ül âlemîn” yorumuna bir göz atalım...
“Basîret ile tahlil ve teemmül edildiği zaman görülür ki; bütün âlem, bizim, zihni ve harice yansıyan şuunatı şuuriyemizin yekûnu bulunan hâdisattır…
Rabbül âlemiyn de bunların mâverâsında olup, aralarındaki nisbeti hakkiyetle daima vahdâniyeti, rubûbiyeti tecelli eden vacibülvücud Hak Teâlâ’dır…
Ehli şuhud (gerçeği algılayanlar) için, âlemde bir şey yoktur ki görülsün de arkasında, ondan evvel, veya ondan sonra, onunla beraber ALLÂH Teâlâ görülmesin!
“Hatırına ne gelir ise, Allâh onun arkasındadır” tâbiri âharla, ONUN ARKASINDA ALLÂH VARDIR!..
Binâenaleyh, âlem, mâsivâyı Allâh, ve ALLÂH mâverâyı âlemdir; ve biz bu âlem vesilesiyle, mâverâsındaki Allâh Teâlâ’yı hakkiyet dediğimiz bir şuur nisbeti ile tasdik ederiz...” (Cilt: 1; Sayfa: 71)[1]
Evet, gerçekte, bizim algıladığımız her şey, şuurumuza yani bilincimize yansıyan “Allâh” İsmiyle İşaret Edilen’in bir kısım özelliklerini açıklayan isimlerinin çeşitli terkipler hâlindeki mânâlarından başka bir şey değildir…
“RUBÛBİYET” ve “RAB” konusunu oldukça geniş bir şekilde “İNSAN ve SIRLARI” isimli kitabımızda anlatmaya çalıştık...
Bu hususu detaylı incelemek isteyenler, o kitabımıza başvurabilirler...
Esasen bu kitabımızda incelenen pek çok konunun temelini, o kitabımızdaki özet bilgiler oluşturmaktadır...
Dolayısıyla, bu iki kitabın birbiri ardınca tetkik edilmesi, sanırım birçok konunun daha kolay anlaşılmasına vesile olacaktır...
Bütün bu izahlardan sonra, şimdi toplu olarak “El hamdu lillâhi Rabbil’âlemiyn” âyetinin işaret ettiği mânâyı anlatmaya çalışırsak, açıklayabileceğimiz kadarıyla, karşımıza şu mânâ çıkar:
“Her birimi dilediği gibi meydana getirip, varediş gayesine uygun bir biçimde kemâline ulaştıran ALLÂH ismiyle işaret edileni anlayıp, idrak edip, değerlendirmek, birimlere ait bir şey olmayıp; HAMD, ancak her “şey”in “RAB”bi olan ALLÂH’a mahsustur!..”
[1] Yukarıya aldığımız bölüm ile bundan evvel naklettiğimiz bölümler de, gereksiz bulunmuş ve önemli addedilmemiştir ki; merhumun günümüz diline uyarlanan tefsirine alınmamıştır... Verdiğimiz cilt ve sayfa numaraları, eserin orijinaline aittir.