“Buraya bütün dikkatini vermeni rica edeceğim... Eserlerinden varlığını anlıyoruz, dedin... Yani varlığını anlamanız, eserlerini görebildiğiniz ölçüde oluyor demektir bu... Ya eserlerini göremediğiniz yanı?..”
“Elbette ki o hususta bilgisisiz!..”
“Bu takdirde, siz ‘ruh’ ismini bir bilinmeyene; daha doğrusu bildiğinizi sandığınız bir bilinmeyene vermiş oluyor musunuz?..”
“O çıkıyor ortaya!..”
“Yani, demek oluyor ki, siz daha ne tür bir varlık olduğunuzu bilmiyorsunuz...”
“Bildiklerimizin dışında kalanıyla bilemiyoruz...”
“Peki bu takdirde, bilmediğiniz kadarını, yani bilemediğinizin ölçüsünü tespit edemediğinize göre; bildiklerinizin bilmediklerinize oranını söyleyebilir misiniz?..”
“Hayır, bunu söyleyebilmemiz için, bilmediklerimizin tamamının ne kadar olduğunu görmemiz gerekir!..”
“Bu da şu an için mümkün olmadığına göre...”
“Kendimizi bu şartlar altında bilmemiz mümkün değildir; mânâsı çıkıyor…”
“Evet!.. Bir şeyi baştan sona tamamıyla bilmedikçe, o şeyin doğruluğu da hiçbir zaman söz konusu olamaz... Zira, kısmen kendi sahasında doğru olan bir şey, bütüne nispetle eğri olabilir...
Mesela üzerinde yaşadığımız yeryüzü, size bir düzlük olarak gelebilir!.. Nitekim, insanlar asırlar boyu, Dünya’yı düz bir tepsi gibi kabul etmiştir... Ama ne zaman ki üzerinde yaşadığı Dünya’nın üstüne çıkmıştır, bütünüyle görebilmiştir, o zaman kesinlikle müşahede etmiştir ki, Dünya düz bir tepsi gibi olmayıp, küre biçimindedir... Üstten alttan basık bir küre değil mi?”
“Ama bunu görmeden de söyleyebilenler vardı!..”
“İspat edemediği için ona ‘deli’ diyenler çok çıkmıştı...”
Gönül söze karıştı:
“İyi ama, bu noktada, aşağı yukarı bütün bildiklerimiz hep bu şartlanmalar değil midir?”
“Çok iyi bir noktaya temas ettiniz... Şartlanma nedir, ne değildir... Önce bunu belirlemek gerekir...
İnsan beyni, doğuştan her türlü bilgiye açıktır... Tıpkı boş bir teyp bandı gibi... Sonra ilk veriler bu banda kaydolmaya başlar... Bir şeye dokunur, annesi ‘cıs sıcak’ der; ve o bilir ki, beynine ulaşan o impulsın adı, sıcaktır!.. Sonra benzeri bir dalga beyne ulaşınca, beyin hemen hükmü yerleştirir; ‘sıcak!’... Sonra soğuk... Sonra sert... Sonra iyi... Sonra kötü... Sonra daha karmaşık veriler ve nihayet bu proglamlama istikametinde oluşmuş bir beyin!..
Eğer, araştırma, düşünme, değerlendirme devreleri, bu beyinde faaliyete geçmemiş ise; artık o kişi tamamıyla şartlanmalarıyla ve güdüsel dürtüleriyle yaşayan; sanki toplumun programlamış olduğu bir robot olarak geçer gider bu Dünya’nızdan!..
Fakat, bundan daha önemli bir husus var... ‘İnsan’ adını almış bulunan varlığın, ne olduğunu bilmeden, onun hangi şartlar altında ve nasıl şartlandığını bilebilmek mümkün değildir ki!.. Onun için isterseniz önce ‘insan’ denilen varlığın gerçek yapısı üzerine eğilelim ve ondan sonra, onun şartlanmalarının nasıl meydana geldiği üzerinde duralım...”
“Peki siz, bizi yani ‘insan’ı nasıl tanıyorsunuz?.. Size göre, biz neyiz?” diye Cem ana noktaya gelinmesini işaretledi...
“Size bunu anlatmaya çalışayım... Ama baştan söyleyeyim ki, yıllardan beri süre gelen şartlanmalarınıza ters düşen pek çok hususla karşılaşacaksın... Ancak hiçbir şekilde buna karşı çıkma!.. Zira dinlediğinde ilk anda, sana ters gibi gelen her nokta, açıklandığında görürsün ki asla çelişkili değildir. Çelişki gibi gelirse, bekle ve dinle... Mutlaka onun izahı gelecektir... Gelmez de araya başka bir husus girerse, bu defa sor...”
“Ya sizin bu anlatacaklarınız da bize göre bir şartlanma olmayacak mı?”